Oniki Ada denilen adalar grubu, Ege denizinde bulunan diğer adalar gibi, tarihin çok eski dönemlerinden beri yerleşim yeri olmuşlardır. Özellikle Rodos ve İstanköy adası en eski yerleşim yerlerindendir. Oniki Ada'nın tarihi, biraz da Rodos, İstanköy ve diğer birkaç büyük yerleşim yeri olan adaların tarihidir. Coğrafi konumları itibarıyla bütün Ege adaları gibi Oniki Ada da Asya ile Avrupa arasında denizde bir köprü konumundadır. Bu özelliklerinden dolayı doğu ve batı medeniyetlerinin geçiş yolunu oluşturmuşlardır. Bütün bunlar, adaların tarihinin çok eskilere gittiğini göstermektedir.
Profesör Mansel, Ege ve Yunan tarihi üzerinde yazdığı kitabında, MÖ üçüncü bin yıllarında Anadolu'dan adalara, adalardan Yunanistan'a insan ve kültür akışı gerçekleştiğini belirtilmektedir. Mansel'in bu iddiası, filolojik (dille ilgili) dayanaklara sahiptir. MÖ üçüncü bin yıllarında Anadolu'dan Yunanistan'a göçlerin olduğu, Yunan diliyle açıklanamayan ama Yunanistan'da çok sık görülen (ss), (tt), (nt) harfleriyle biten yer adlarının, Anadolu'nun batı ve güneybatı bölgelerinde bulunan ve sonu (s), (ss) ve (nd) ile biten yer adlarına karşılık olabileceği belirtilmektedir[1].
Bu tür coğrafi yer adlarının Anadolu'dan gelen insanlarca Yunanistan'a getirildiği açıklanmaktadır. Bunlara örnek olarak da Yunanistan'daki Korintos (bir şehir adı), Koskintos (bir dağ adı), Samintos (bir yer adı), Pernassos (bir dağ adı) isimleri, Anadolu'da ise Mikalessos, Halikarnassos, Aspendos gibi isimler gösterilmektedir[2]. Yunanistan ile Anadolu arasında yer alan bazı isimler; Marpessa (Peras'ta bir dağ), Knossos (Girit'te bir şehir), Prepesintos (bir ada) gibi hatta Pernassos adına hem Anadolu'da Kapadokya'da, hem de Yunanistan'da Fokis'te rastlanması bu yer adlarının Yunanistan'a Anadolu'dan adalar üzerinden geçen kavimler tarafından getirilmiş olduğu sonucunu çıkarmaktadır.
Bu kavimlerin kimler olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte; bunlara, MÖ üçüncü bin yılda bütün Ege bölgesine yayılan ve aralarındaki bir takım küçük farklara rağmen esas olarak "Karlar" diye bilinen kavimce temsil edilen ve içerisinde Lidyalılar ve Likyalıların da bulunduğu "Batı Anadolu kavimleri" denilmektedir[3].
MÖ 2000-1200 yıllarına doğru Ege adalarında kavimler göçü sonucu, Akalar ve Dorların hakimiyeti görülmeye başlar. Akalar, MÖ 2000 yıllarında kuzeyden ve doğudan gelen insanların Yunanistan'a o zamanlarda bulunan Karlarla kaynaşmasıyla Akhaylar veya Akalar şeklinde ortaya çıkmışlardır[4].
Homeros'un destanları ve şiirlerinde Akalarla ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Bu bilgilerden Akalar döneminde şehir devletlerinin var olduğu anlaşılmaktadır. Bu şehir devletleri merkezi otoriteye sahip bir büyük devlet şeklini alamamışlardır. Akaların Ege adalarındaki hakimiyeti 300 yıl kadar sürmüştür. Rodos, İstanköy (Kos) ve Kilimli (Kalimnoz) adaları da Akaların önemli bir üssü olmuş, Akalar buradan Anadolu'nun güneybatı ve güney kıyılarına kadar hakimiyetlerini uzatmışlardır.
Akalardan sonra ise Ege adalarına ve bu arada Oniki Ada'ya Dor’ların büyük topluluklar halinde göçleri görülür. Dorlarla birlikte, adalarda toprağa bağlanma olayı başlar. Dorlar Yunanistan'dan çıkarak Ege adalarına göçe başlamışlar, Girit başta olmak üzere, Oniki Ada'dan Rodos ve İstanköy'ü de işgal ederek bu adaların tam karşısında bulunan Reşadiye ve Bodrum yarımadalarını da işgal etmişlerdir.
Bu bölgede ise Halikarnossos (Bodrum) ve Knidos (Deveboynu) Dorların kurdukları iki önemli şehirdir. Rodos adası Dorların bir sömürgesi (kolonisi) oldu. Oniki Ada dahil diğer Ege adalarında bağımsız ve merkezi bir birlik kurulamadı. Toprak büyüklükleri genelde 1000 km2'nin altında olan şehir devletleri şeklinde bir yönetime bağlandılar.
MÖ 7'nci ve 6'ncı yüzyıllara doğru bu şehir devletlerinden Yunanistan yarımadasında bulunanlardan Atina ve Sparta'nın yavaş yavaş öne çıktığı görüldü[5]. 6'ncı yüzyılın son yarısında ise Yunanistan yarımadasında kurulmuş olan şehir devletlerinin ilk kez bir araya geldiği ve "Peleponnes Birliği" denilen "Yunan Birliği"ni kurdukları görüldü. Bu birliğe Sparta, Argos ve Ahaya şehir devletleri katılmamıştı.
5'nci yüzyılda ise Perslerin Anadolu kıyılarında ve Ege adalarında hakimiyetleri görülmeye başlandı. Yunan şehir devletleri Anadolu'daki şehir devletlerinin ve adalardakilerin bağımsızlığını sağlamak istiyorlardı. Bu birleşme sonucu Atina şehir devleti gittikçe güçlendi ve diğer şehir devletlerine hakimiyet sağlamaya başladı. Oniki Ada'da ise İran'dan gelen Perslerin tehditleri vardı. Bu tehdide karşı MÖ 477'de "Attika-Delos" birliği veya "Delos Konfederasyonu" oluşturuldu.
Rodos ve İstanköy'ün de içinde bulunduğu şehir devletleri Pers tehdidine karşı bu konfederasyona katıldılar. Ancak, Sparta şehir devleti Perslerle anlaşarak Atina Birliği'nin üzerine yürüdü ve bu mücadele sonunda Atina yenildi ve sahip olduğu bütün dış şehir devletlerini (ki, bunları bir kısmı da Ege adalarındakilerdi) kaybetti. Böylece de Oniki Ada ve diğer Ege adalarındaki şehir devletleri Perslerin hakimiyetinde kaldı.
Rodos MÖ 408'de Miletoslu Hippodamos tarafından düzgün ve planlı bir şekilde inşa edildi ve Perslere karşı sağlam bir şekilde de tahkim edildi. Rodos'ta Atina şehir devleti yanlısı bir yönetim iş başına geçti ve bu yönetim hemen "Atti-Delos" birliğine katıldı. Ancak, adada Sparta yanlısı olanlar da vardı; ve bunlar arasında uzun süren kavgalar oldu. Rodos adası bu kavgalardan ve iç karışıklıklardan çok zarar gördü[6].
Yunan yarımadasında Perslerin yardımıyla süren Atina ve Sparta savaşları, her iki tarafı da oldukça yıpratmıştı. Güçleri kalmayan iki taraf, bir müddet sonra Makedonya Kralığı'nın hakimiyeti altına girdi. Böylece de bir türlü gerçekleştirilemeyen Atina-Sparta birliği, Makedonya Krallığı tarafından zorla gerçekleştirildi[7].
Makedonya, Yunanistan'ın kuzeyinde bulunuyordu ve eskiden beri Yunanlılarla ilişki içindeydi. Bu yüzden Yunan kültürünün az çok etkisinde kalmıştı. Selanik, bunların en önemli limanlarından biriydi. Makedonya kıyılarında bir çok Yunan kolonileri vardı. Makedonya, bu koloniler aracılığıyla ürünlerini Ege adalarına ulaştırıyordu.
II. Filip'in oğlu İskender Yunanistan'a gelerek, Teselya birliğinin başkanı, Helen birliğinin hegemonu ve Perslere karşı girişeceği seferin baş komutanı oldu[8]. MÖ 334'te doğu seferine başlayan İskender, Batı Anadolu kıyılarını ele geçirdi ve İskenderun'un kuzeyinde Pers ordusunu yendi. Mısır'ı zapt etti ve Hindistan içlerine kadar ilerledi. Yunanistan'da ise Atina'nın ve diğer şehir devletlerinin siyasi bağımsızlıkları tamamen ortadan kalkmış Makedonyalıların egemenliği başlamıştı. Yani Oniki Ada ve diğer Ege adaları üzerinde, İskender zamanında tam ve kesin bir Yunan hakimiyeti yoktu.
Rodos'ta da İskender'in zamanında tam ve kesin bir Yunan hakimiyet yoktu; sadece bir Makedon garnizonu vardı. İskender'in hakimiyeti döneminde adalar bir bütün halinde değerlendirilmişlerdir[9].
Adalarda bilim, o dönemde hayli ileri bir durumdaydı. "Tıp bilimi"nin tarihte ilk defa Orniki Ada'da ortaya çıktığı kabul edilir. Tıp ilminde doktorların babası, öncüsü, olarak kabul edilen ve her doktorun mezuniyet sonrasında adına yemin ettiği Hipokrat, İstanköylü’dür. Hipokrat İstanköy'de bir tıp okulu kurmuş ve resmen eğitim vermiştir. Ayrıca bilim tarihinde önemli bir yere sahip olan "İskenderiye okulu (ekolü)" Oniki Ada'daki ileri seviyede bulunan fikri gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır[10].
MÖ 323 yılında İskender’in ölümü ile, İstanköy, Mısır Kralı 1. Tolomeo (veya Ptolome)’nin idaresine geçmiştir.
MÖ 309 yılında Ptolome’nin Yunanistan’a açtığı muharebede İstanköy sevkiyat merkezi olmuşdur. Savaş sırasında kralın beraberindeki Kraliçe “Berenice” İstanköy’de bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. Bu çocuk MÖ 282 yılında 2. Tolomeo adıyla babasının tahtına geçmiştir. Bunun zamanında Dünyanın Yedi Hârikasından birisi olan İskenderiye Feneri inşa edilmiş, yine bu kralın emriyle Tevrat İbranice’den ilk defa olarak Yunanca’ya çevrilmiştir. Bu tercüme İskenderiye’de MÖ 280 senesinde 70 musevi âlimi tarafından yapılmıştır. Bundan dolayı “Yetmişler Tercümesi veya İskenderiye Tercümesi” gibi tarihi isimler almıştır[11].
MÖ III. yüzyıl ortalarından başlayarak tarih sahnesinde Roma İmparatorluğu'nun hakimiyeti görülmeye başlandı. MÖ 197 ve 179 yıllarında Makedonya ve Yunanistan Roma nüfuzu altına girdi. Çok geniş bir alana egemen olan Romalılar, Ege bölgesini de kontrolleri altına aldılar.
Roma ile ittifak yapan Rodoslular, Likya denilen güneybatı Anadolu kıyılarını ele geçirdiler. Fakat sonradan anlaşmazlığa düşülünce, Roma bu toprakları geri aldı. Rodos, Roma'daki iç çekişmeler sırasında Sezar'ın tarafını tutmuştu. Sezar öldürüldükten sonra Cassius tarafından Rodos yıkıldı. Daha sonra da kesin olarak diğer adalarla birlikte Roma'ya bağlandı. Roma döneminde Rodos, (MÖ 79-69) Roma'ya bağlı "Adalar Eyaleti"nin merkezi yapıldı[12].
Hem Roma İmparatorluğu, hem de imparatorluğun parçalanmasından sonra (1258) ortaya çıkan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sırasında Ege adaları ve Oniki Ada Cenovalıların egemenliğine girdi. Doğu Roma egemenliği sırasında Oniki Ada, tarihinin en karanlık günlerini yaşadı. Fikir ve bilim hayatı sönmeye başladı. Gittikçe fakirleşen halk, başka yerlere göç etmeye başladı. Adalar halkı denizci olduğundan Akdeniz'i ve buralardaki yerleşim yerlerini çok iyi biliyordu. Bizans'ın idaresinin ağır şartları sonucu adalardan göç büyük boyutlara ulaştı ki, Oniki Ada'nın en batısında olan Patmos'ta XIII. yüzyıl boyunca tek bir insanın dahi yaşamadığı belirtilmektedir[13].
645'ten sonra ise Oniki Ada'da, denizcilikte bir hayli ilerlemiş olan Arapların hakimiyeti başlamıştır. Araplar Oniki Ada’yı 645'te Bizans'tan almışlardır. Ancak adalardaki Arap hakimiyeti çok uzun sürmez. 700'lü yılların başında Oniki Ada tekrar Bizans'ın eline geçer. Arap hakimiyeti Rodos adasında 717 yılına kadar sürmüş, daha sonra ada tekrar Bizans'ın eline geçmiştir[14].
1300 yıllarında Aydın'daki Menteşeoğullarından Mesut Bey Oniki Ada'nın en büyüğü olan Rodos'a saldırmıştır. Saldırılar sonucunda Mesut Bey, Rodos adasının büyük bir kısmını eline geçirmiş; ancak, Rodos Şövalyeleri (Saint-Jean Şövalyeleri de denir), yaptıkları akınlarla Rodos'u ve Oniki Ada'yı ele geçirmişlerdir. Mesut Bey adayı tekrar ele geçirmek için çaba gösterdiyse de başarılı olamamıştır[15].
Rodos'ta yaşayan Türkler ve diğer Müslümanlar şövalyelere karşı kahramanca savaştılar. Fakat bu savunma yeterli olamadı[16], şövalyeler adayı ele geçirdiler.
Kudüs'ün 1291'de müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra, buradaki Saint Jean Şövalyeleri (Les Chevaliers de Saint Jean de Jerusalem), İslama karşı savaşlarını devam ettirebilecekleri ve hiçbir krala tabi olmayacakları yeni yerleşim alanları aramaya başlamışlardır[17].
Dünyanın yedi harikasından biri olan bir zamanların meşhur Rodos heykelini yükseldiği limanıyla Rodos adası, şövalyelerin dikkatini çekmiştir.
Bir kısmı Yunan derebeyleri, bir kısmı da Türkler tarafından işgal edilmiş olan Rodos'ta süren anarşi, adayı fethetmek isteyen Şövalyelerin işine geliyordu. Yine de şövalyeler fetih için pek çok saldırı düzenlemek zorunda kaldılar. Türkler ve Araplar bu saldırıları püskürttüler. Fakat 24. Büyük Reis Foulques de Villaret'in kumanda ettiği Şövalyeler, sık ve şiddetli saldırıları sonunda 15 Ağustos 1309'da adayı almayı başardılar. Bu tarihten sonra 213 yıl Şövalyelerin denetiminde kalan Rodos, kısa zamanda, Hıristiyanlığın bölgedeki İslama karşı tek, fakat güçlü kalesi haline geldi[18].
Rodos Şövalyeleri, aslında fakir ve düşkünlere yardım amacıyla kurulmuş bir tarikattı. Şövalyeler de bu tarikatın mensuplarıydılar. Bunlar Kudüs'te hasta ve yardıma muhtaç kimselere bakıyorlardı. Bu sebeple onlara "Hospitaliers  (hasta bakıcı)" de deniliyordu[19]. Ancak şövalyeler Rodos'a yerleştikten sonra asıl gayeleri olan yardım ve hizmet etme işinden tamamen uzaklaşarak korsanlığa başladılar.
Orta Çağ şövalyelik ruhu ile dolu manastır düzenine bağlı şövalyeler, mukaddes yerleri ziyarete gelen Hıristiyan hacıları ağırlamak üzere 1118'de kurucuları tarafından konan "doğruluk, tevazu ve itaat"ten ibaret üç yemine genellikle sadıktılar. Fakat şövalyeler Müslümanlara ezeli düşman gözüyle bakmaktaydılar.
Şövalyelerin egemenliğinde kısa sürede ünlenen Rodos, Avrupa'nın ve Hıristiyanlığın en asil ailelerinden yüzlerce kişiye mekan oldu ve günden güne artan zenginliğini adanın yerleşim işlerine ve savunmasına sarf eden kuvvetli bir tarikatın merkezi haline geldi. Ada, Anadolu sahillerine kadar bütün Oniki Ada'yı birbirine bağlayan şato ve kale şebekesinin düğüm noktasını teşkil ediyordu[20].
1309'dan sora Rodos'la birlikte ona komşu adalara da sahip olan Şövalyeler, buraya yerleşmelerinden kısa bir müddet sonra Anadolu sahillerine sıçradılar ve buraları uzun süre (1344-1403) ellerinde tutmayı başardılar. Çok geçmeden Şövalyeler 1415'te Bodrum'a yerleşmişler ve burada dönemin en iyi korunan kalelerinden birini inşa ederek Anadolu kıyılarında önemli bir başka üsse daha sahip olmuşlardır[21].
Şövalyelerin yönetimindeki adaların tümüne "Les Iles de la Religion" (Din Adaları) deniliyordu. Ancak şövalyeler din adamlığından ziyade, bir korsan gibi davranıyorlardı. Batı yazarlarının da itiraf ettikleri gibi, şövalyelerin yönetimindeki Rodos'a "Republique de Corsaires (Korsanlar Cumhuriyeti)" deniliyordu[22].
Hıristiyan Katolik mezhebinin fedai koruyucuları oldukları söylenen bu adamlar, sonsuz servet ve hırs peşinde koşan gayet cüretkar ve maceraperestler haline gelmişlerdi. Topun icadına kadar, "zapt edilmez" diye ün yapan, dünyanın en kuvvetli kalelerinden birine sahiptiler. Korsanlıkla büyük servete sahip olan şövalyeler, kadınları, kızları ve erkekleri cariye ve köle diye satarak esir ticareti de yapıyorlardı[23].
Askeri şeflerden oluşan bir meclisin seçtiği reis yönetiyordu şövalye devletini. Şövalyelerin büyük reisine "Grand Maitre" deniyordu. Rodos'a geldikleri 1309'den adayı terk ettikleri 1522 yılına kadar süren 213 yıllık dönemde, 19 büyük reis gelip geçmişti. Birincisi Foulques de Villaret, sonuncusu da Philippe Villiers de L'isle Adam'dı. Bunların 14 tanesi Fransız asıllıydı[24].
 
 
 

[1] Mansel, Arif Müfit-; Ege ve Yunan Tarihi, 2., 3. Ve 4. Bölüm, TTK Basımevi, Ankara 1988.
 
[2] A.g.e., s. 43.
 
[3] Ege Denizi ve Ege Adaları; Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, istanbul 1995, s. 69.
 
[4] Mansel-; s. 59.
 
[5] A.g.e., 5. Bölüm.
 
[6] Meydan Larousse Ansiklopedisi; Rodos Maddesi, c. 16, s. 584-585.
 
[7] Meydan Larousse Ansiklopedisi; Rodos Maddesi, c. 16, s. 584-585.
 
[8] Mansel; 7. ve 8. Bölüm.
 
[9] Encyclopedia Britannica; 1768, u. 7, s. 492.
 
[10] Mısıroğlu, Kadir-; Lozan II, İstanbul 1973, s. 377.
 
[11] Vitalis Strumza, İstanköy hakkında malûmat-ı Tarihiye, Rodos’da çıkan Selâm Gazetesi, 9.6.1933 tarih ve 366 sayılı nüshası.
 
[12] A.g.e., s. 585.
 
[13] Mısıroğlu; s. 378.
 
[14] Meydan Larousse; c. 16, s. 585.
 
[15] Tuğlacı, Pars-; Osmanlı Şehirleri, İstanbul 1985, s. 385.
 
[16] Lacroix, Louis, İles de la Grece, Paris 1853, s. 147.
 
[17] A.g.e., s. 148.
 
[18] A.g.e., s. 149.
 
[19] Çelikkol, Zeki-, Rodos'taki Türk Eserleri ve Tarihçe, Ankara 1992, s. 5.
 
[20] Mısıroğlu, s. 379
 
[21] Balducci, Hermes-, Rodos'ta Türk Mimarisi, Ankara 1945, s. 5.
 
[22] Turan, Şerafettin-, Rodos'un Zaptından Malta Muhasarasına, Ankara 1970.
 
[23] Çelikkol, s. 6.
 
[24] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Osmanlı Dönemi, Rodos'un Fethi, c. III, Ankara 1979, s.3.