Birinci Dünya Savaşı sonunda hazırlanan Sevr Antlaşması'nın 122. maddesinde ise İtilaf Devletleri Oniki Ada'yı İtalyanlara bırakmışlardı. Ancak, Sevr Antlaşması ilgili taraflarca ne onaylandı ne de tatbik edilebildi. Türk milletinin Birinci Dünya Savaşı sonunda giriştiği Milli Mücadele sonunda ise Türkiye'nin diğer devletlerle olan ilişkilerini belirlemek üzere Lozan'da düzenlenen barış görüşmeleri başlarken Oniki Ada'nın durumu buydu.
Lozan görüşmeleri başladığında Oniki Ada hala İtalyanların Türklere geri vermeyi taahhüt ettikleri bir Türk toprağıydı. İtalya orada işgalci konumundaydı. Adalarda çok eskiden beri yaşayan halkın Rum olmasının dışında Yunanistan'ın Oniki Ada ile hiçbir ilgisi yoktu. Adaları fiilen işgal etmiş bulunan İtalya, hukuken bu adaları Türklere iade etmeyi yazılı olarak taahhüt etmişti; ancak, bunu yerine getirmiyordu.
Oniki Ada'nın durumu, Lozan'da görüşülen ve Mondros Mütarekesi'nden önce İtilaf Devletlerince işgal edilen ve Lozan'da çözüme kavuşturulacak diğer Türk toprakları gibi de değildi. Oniki Ada, çok daha önce işgal edilmiş, daha sonra işgalci müzakereler yapılmış, anlaşma sağlanmış ve adaların Türklere iadesi hukuki olarak yazılı bir şekilde güvence altına alınmıştı. Ancak, İtalya bu taahhüdüne uymuyordu.
Lozan görüşmelerine gidilmesinden önce Mustafa Kemal (Atatürk), gidecek olan heyete verilecek talimatı TBMM'de tartışmış ve önemli gördüğü hususları 12 madde halinde Lozan'a gidecek heyete bildirmişti. Bu maddelerden biri de Ege denizinde Türkiye'ye yakın olan adaların, güvenlik açısından Türkiye'ye bırakılmalarının sağlanması idi. Tek tek ada ismi belirtilmemişti ama, Ege'de Türkiye'de kalması için çaba gösterilecek adaların başında Oniki Ada'nın geldiği açıktı.
Ancak, Lozan'daki Türk delegeleri Ege adaları konusunda şu isteklerde bulundular:
1. Anadolu kıyılarına yakın küçük adalarla, İmzor, Bozcaada ve Semadirek adası Türkiye'ye verilmelidir.
2. Diğer adalar askerlikten tecrit edilmeli, yani silah ve asker bulundurulmadan tarafsız ve müstakil kalmalıdırlar.
Anlaşılacağı gibi Türk tezi, adaların Anadolu'nun güvenliği için taşıdıkları önem bakımından "silah ve askerden arındırma" esasına oturtulmuştu. Meis adası hariç, Türkiye, önceden yaşadığı ve içinde bulunduğu şartlar gereği Oniki Ada ve diğer bazı adaların kesin surette kendisine verilmesi konusunda çok fazla ısrarcı olamamıştır[1].
Ayrıca Lozan'a giden delege ve danışmanların, özellikle Oniki Ada konusunda çok hazırlıklı olmadıkları, her şeyi baş delege İsmet İnönü'den bekledikleri kanaati uyanmaktadır. Rodos ve Oniki Ada konusunda Konferans boyunca Türk tarafından bir talep ve görüşme isteği olmamıştır. Konuyla ilgili olarak verilecek iki örnek bu açıdan önemlidir:
Lozan'da Ege adaları sorunu komisyonlarda görüşülecektir. Türk danışmanların (müşavir) hazırladığı raporda Ege adalarının en önemlilerinden biri olan Limni adası unutulmuş, rapora konulmamıştır. Adalar gibi yine Türkiye için de hayati önemi bulunan bir konuda müşavirlerin ilgisizlik veya bilgisizlik sonucu Limni adasını unutmaları, milli çıkarlarımız açısından anlaşılabilecek bir durum değildir. Bu olay üzerine Lord Curzon, komisyonda Türk heyetine alaycı konuşma ve imalarda bulunmuştur[2].
Bir diğer olay da Lozan'da ikinci adam durumunda olan delege Dr. Rıza Nur'dur. Rıza Nur, abartılarla dolu olan ve Almanya'da basılan hatıralarında Lozan görüşmeleri sırasında Ege adaları ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyor:
"... Bunların (adalar) bir kısmı Yunanlıların, bir kısmı da İtalyanların elinde (Oniki Ada'yı kastediyor). Ahali ekseriyetle Rum. Vakıa Anadolu sahilleri için kaçakçılık ve eşkıyalık, iktisadi vaziyet cihetiyle adalar mühimdirler. Hatta Anadolu'ya tecavüz için mükemmel hareket üssü olabilirler. Fakat Türkiye'de onları ne almak, ne de sonra muhafaza etmek kuvveti var. Deniz aşırı muhafazalar büyük masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazı'nın ağzını tıkayan bir iki adayı almalıyız ve alabilirsek kâr. Öbür tarafı uğraşmaya değmez. Yunan veya İtalya, kimin elinde olursa olsun. Bizde olmayınca kimde olursa olsun. İkisi de bize tecavüz edecek mahiyette... Sade buraları gayri askeri yapabilirsek Renimel matlup!... Bu husustaki siyasetimiz bu idi.
Bize 'Meis adası sahilimize pek yakın olduğundan verilmesini' Rauf, hükümet namına ısrar ile yazdı. Fakat bir ufak ve kayalık yermiş, neye yarayacak? İtalyanlara harekat üssü ise Rodos ve Kuşadası'dır. Burası o işe yaramaz. Bu adaların hepsi de Oniki Adalardandır. Bunları 1912'de Türkiye Uşi Muahedesi ile İtalya'ya zaten vermiş. Bize şimdi burada tasdikinden başka çare yok. Binaenaleyh kara sularımızdaki adaları aldık[3]."
Lozan ikinci delegesi Rıza Nur'un Ege adaları hakkındaki bu görüşleri askeri, coğrafi ve tarihi bakımdan kabul etmek mümkün değildir. Hele hele Uşi Antlaşması'nı tam zıt bir şekilde yorumlanması anlaşılır değildir. Oysa Trablusgarp harbi çıkıp, İtalyanların Oniki Ada'yı işgal etmeleri üzerine devrin Sadrazamı Said Paşa bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır:
"... Adaların bence çok büyük ehemmiyeti vardır. Adaları veririm Trablus'u vermem; fikrinde değilim. Adaların ehemmiyeti çok fazladır. Binaenaleyh adaların kurtarılmasına çalışmalı. Hatıra gelecek şeyler vücuda gelecek olursa yalnız İstanbul değil, Anadolu sahilleri de tehlikeye girer. Önceden  de söylediğim gibi bu adalar İstanbul ve Anadolu'nun karakollarıdır[4]."
Sonuçta, Lozan'da Oniki Ada İtalya'ya bırakıldı. Antlaşmanın 15. maddesine göre Türkiye bu adalar üzerindeki her türlü hak ve hukukundan İtalya lehine tamamen feragat etti.
21 Temmuz 1923’de Lozan Anlaşması imzalandı ve 21 Ağustos’ta onaylanmak üzere yeni seçilen T.B.M.M.’ne sunuldu. Meclis’te yapılan uzun görüşmelerden sonra, bazı milletvekillerirnin[5] Misak-ı Milli ilkelerine tam anlamıyla uyulmadığı yolunda ileri sürdükleri aleyhte konuşmalara karşın, 14 red oya karşılık 213 oyla anlaşma onaylanıyordu.
Anlaşmanın onaylanmaması konusunda görüş bildirenlerin başında Şükrü Kaya geliyordu. 21 Ağustos toplantısında konuşan Şükrü Kaya’ya göre, “Hükümetin büyük zaferden beklediği netice gayet mütevazi idi: Misak-ı Milli sınırları içinde hür ve müstakil bir devlet. Fakat bu hak Lozan’da da esirgenmişdi. Antlaşma, 1913 sınırlarını bile temin etmiyordu. Semadirek ve Limni adaları alınamamıştı. Diğer adalar yani Rodos, 12 Ada ve Meis Anadolu’nun bir parçası olup İtalya ile hiçbir münasebeti yoktu. İşte bütün bu sebeplerle Anlaşmanın reddi gerekiyordu.”
Türkiye ve İtalya arasında 1932 yılında Meis adası bölgesinde yer alan bazı adacıklar ile Bodrum körfezi karşısındaki Karaada'nın hangi devlete ait olacağı konusunda bir anlaşma yapıldı. 10 Mayıs 1933'te yürürlüğe giren bu antlaşmayla birçok ada Türkiye'ye bırakılmış, Meis kenti kilisesi kubbesi merkez alınarak çizilen ve yarıçapı bu merkez ile Sen Stephane burnu olan bir dairenin içinde kalan adacıklar da İtalya egemenliğine geçmiştir[6].
Lozan Anlaşması’nda, Yunanistan Oniki Ada’nın İtalya’ya devrini nihaî bir çözüm olarak kabul etmediklerini bildirmiş ve bu sorunun mevcut olan anlaşma hükümlerine ve milliyetler prensibine uygun bir biçimde çözümlenmesini isteme hakkını saklı tutmuştur[7]. Böylece Türk Hükümeti Oniki Adalar’daki tüm haklarından feragat etmelerine rağmen, Yunanlı’lar haklarını korumuşlardır.
İtalyanlar 1912 yılında Oniki Ada'yı Osmanlı’lardan alır almaz hemen adaların yönetiminde değişikliğe gitmişler ve adalardaki Türk yönetimini ortadan kaldırmışlardır. İtalyan işgal kuvvetleri komutanlarından olan Amiral Presbiteno, işgal edilen adalarda vapurlara İtalyan bayrağı çekileceğini, yabancı yerlerle, yani adalar dışındaki haberleşmelerde İtalyan posta pulları kullanılacağını, işgal edilen adalar arasındaki haberleşmede ise postu pulu yerine ada cemaatlerinin mührünün kullanılacağını, Osmanlı Devleti'nden ithal edilecek eşyanın %11 gümrük vergisine tabi olacağını, buna karşılık Yunanistan'dan ithal edilecek malların gümrük vergisine tabi olmayacağını söylemiştir[8].
İtalya Dışişleri Bakanlığı'nca idare edilen Oniki Ada İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar İtalyanlarda kaldı. Oniki Ada'da resmi dil ve eğitim dili İtalyanca oldu. Basın ve konuşma özgürlüğü kısıtlandı. 1925 yılında şartlar daha da ağırlaştırıldı. Oniki Ada'da oturanlara İtalyan vatandaşlığına geçme mecburiyeti getirildi. Bütün bu baskılar sonunda da Oniki Ada'dan göçler başladı. İtalyan yönetiminde göçler sonucu Oniki Ada halkı %15 civarında azaldı[9].
İtalya faşist yönetimi, Oniki Ada'da bir yandan adalara yoğun bir İtalyan kitlesi yerleştirdi, diğer yandan adalıları İtalyan vatandaşı olmaya zorladı. Her yıl 300.000 kadar İtalyan, özellikle de ziraatçılar adalara getirilmek istendi. Ancak, Rodos'a gelen 20-30 kadar aile yıl dolmadan İtalya'ya geri döndüler.
İtalyanlar adalardaki Türk ve Rumlara İkinci Dünya Savaşı öncesinde baskı uygulamaya başladılar. Öğrenimin İtalyanca olmasını zorunlu hale getirdiler. Rum okullarına Rumca bilmeyen Türk öğretmenler, Türk okullarına da Türkçe bilmeyen Rum öğretmenler atadılar. Türk okullarında günde sadece bir saat Türkçe din derslerine izin veriliyordu. Türkleri ve Rumları İtalyanlaştırma gayretleri vardı. Türk çocukları İtalyan misyonerleri ile beraber Katolik ayinleri yapmaya mecbur edilmişlerdi.
1937'de Türk Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çok coşkulu olmuştu. Adalardaki Türklerin konsolosluğa girmelerine bile silahlı İtalyan askerleri engel oldular. İtalyanlar adalardaki milli duygunun varlığından rahatsız oluyorlardı.
İtalyanların faşist yönetimi, hem İtalyan hem de dünya kamu oyuna zaman zaman Türkiye'nin güney vilayetlerini hedef alan beyanatlar veriyordu. Bu beyanatlardan dolayı Türk-İtalyan ilişkileri gittikçe gergin ve soğuk bir havaya giriyordu. İtalya Hükümeti daha da ileri giderek 1936 yılında Oniki Ada'yı, özellikle de Leros adasını tahkim etmeye başladı. Bu durum iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Bu gerginlik İkinci Dünya Savaşı'na ve sonrasına kadar devam etti[10].
 
 
 

[1] Lozan Zabıtları, II. Takım, c.1, s. 12, 18, 100, 110.
 
[2] Bilsel, Cemil-, Lozan, C. II, İstanbul 1933, s. 246.
 
[3] Nur, Rıza-, Hayat ve Hatıralarım, C. III, Frankfurt, s. 1013.
 
[4] Kurtcephe, İsrafil-, Türk-İtalyan İlişkileri (1911-1916), TTK, Ankara 1995, s. 126.
 
[5] Cemil Bilsel, a.g.e., s.325.
 
[6] Yıldırım, Kadir, "Meis Sorunu", Milliyet, 31 Ekim 1985.
 
[7] Toluner, a.g.e., s.47.
 
[8] Kurtcephe, s. 123.
 
[9] İtalya, Gnkur. Basımevi, 1938, s. 30-31.
 
[10] Orhonlu, Cengiz-, a.g.m., s. 3.