İstanköy'de Doğmuş,Ölmüş Ünlü Simalar   Tıbbın Babası Sayılan İlkçağın En Ünlü Hekimi HİPOKRAT   Hipokrat'ın Yemini   Apelle   Osmanlı Dönemi Adada Doğmuş ve Adada Ölmüş Ünlü Simalar  


 
 
 
Tıbbın babası sayılan İlkçağ’ın en ünlü hekimi
 
 
Ölümünden çok sonra kaleme alınan biyografilerinde birçok menkıbe ve ef­saneye yer verildiği için hayatı ve gerçek şahsiyeti hakkında pek az güvenilir bilgi mevcuttur. Ceddinin şifa tanrısı Asklepios olduğu kabul edilen ve Asklepiades (Asklepios’un çocukları yahut şifa verici­ler) denilen efsanevî bir sülâleye veya ta­bipler nesline mensup olup muhtemelen milâttan önce 460 yılında Kos (İstanköy) adasında doğmuştur. İlk tıp öğrenimini, buradaki Asklepion’un (Asklepios Mabedişifâhâne) rahip-hekimlerinden olan baba­sı Heraklides’ten (Arap kaynaklarında Iraklîs veya Iraklîdis) almış, atomcu filozof Demokritos ve sofist filozof Gorgiastan ders görmüştür. Daha sonra Yunanistan ve Marmara denizinin kuzey bölgelerini dolaşmış, Atina’da bulunmuş ve memle­keti Kos’ta tıp okutmuştur. Kuzey Yuna­nistan’daki Larissa şehrinde milâttan ön­ce 380-373 arasındaki bir tarihte ölmüş ve buraya gömülmüştür.
İslâm kaynaklarında adı Bukrât (Bokrat), Bukrâtîs, Ebukrât, İbukrât, İbukrâtîs gibi şekillerde geçen Hipokrat (Hippokrates) hakkında müslümanlar köklü bir imaja sahiptir. Bu imajın en belirgin yanı onu ilki Asklepios, sonuncusu Câlînûs (Ga­len) olan sekiz tıp üstadı (Asklepiades) ara­sına dahil etmeleridir. İskenderiye tıp ge­leneğini sürdüren müslümanlar, orada şekillenen kutsal tıp tarihi anlayışına bel­li ölçüde bağlı kalmışlar ve Hipokrat’ın şahsiyetini bu anlayış içinde tasavvur et­mişlerdir. İslâm kaynaklarında yer alan çe­şitli rivayetlere göre Hipokrat tıp tahsili­ni babasından, kendisiyle aynı adı taşıyan dedesinden veya II. Asklepios’tan (Esklîbîvus es-Sânî) almıştır. Bu kaynaklarda, Hipokrat’ın doğduğu Kû (Kos) adasının Rodos ve Knidos ile birlikte Asklepioncu tıp geleneğinin en önemli merkezlerinden biri olduğu kaydedilerek onun Abderalı Demokritos ile çağdaşlığı vurgulanmak­ta ve doksan veya doksan beş gibi ileri bir yaşta öldüğü belirtilmektedir. Yine bu kaynaklara göre biri kız üç çocuğu bulun­makta ve torunlarından ikisi kendi adını taşımaktadır. Dolayısıyla İslâm kaynak­ları, biri asıl Hipokrat olmak üzere dede, baba ve iki torundan meydana gelen dört Hipokrat’tan (Bukrâtûn, Bukârıta) bahseder. Ancak asıl Hipokrat’ın babasının Iraklîdis mi yoksa II. Asklepios mu olduğu konusunda farklı rivayetler nakledilmiştir. İslâm kaynaklarında ortaklaşa kaydedi­len bir rivayete göre Hipokrat İran Kisrâsı I. Erdeşîr (Pers İmparatoru I. Artaxerexes, m.ö. 465-424) tarafından bir veba salgını münasebetiyle İran’a davet edilmiş, fa­kat önerilen yüksek ücrete rağmen, o dö­nemde İyonya dahil bütün Anadolu’yu hâkimiyetleri altında tutan Persler’e hiz­met etmeyi onuruna yediremediği için, önce ülkesinin düşmanlarına değil kendi yurttaşlarına bakmakla mükellef olduğu­nu söyleyerek teklifi geri çevirmiştir. Onun Fîrûhâ (Halep), Humus ve Dımaşk’ta bu­lunduğu yolundaki bir rivayet ise[4] doğrulanmamıştır.
Modern tıbbın babası sayılan Hipokrat, o güne kadar uygulanan geleneksel dinî-sihrî tedavi metotlarına karşı hem akla hem tecrübeye yer veren bir tıp anlayışı ortaya koymuştur. Yirmi beşi ölümle so­nuçlandığı halde kırk iki klinik olaya ait gözlemlerini samimiyetle aktarmış ve tıpta tecrübenin önemini vurgulamıştır. Onun akılcı yaklaşımı ise sebebi doğrudan doğruya tabiat üstü güçlere bağlanan hastalık kavramını reddedişinde kendini göstermektedir. Nitekim İslâm dünyasın­da Kitob fi’l-marazi’l-ilâhî adıyla bilinen (Sezgin, III, 43) epilepsi (sara) hakkındaki eserinde, halk arasında kutsal hastalık denilen bu rahatsızlığın bir beyin hastalı­ğı olduğunu ve fizyolojik sebeplere dayan­dığını ortaya koymuştur (Sarton, I, 98). Hipokrat’a göre öteki hastalıklar ne ka­dar kutsal ise epilepsi de o kadar kutsal­dır ve tıp ilminin araştırması gereken şey onun tabii sebebidir. Özellikle hastalıkla­rın doğrudan doğruya tanrıların ve cinle­rin eseri olarak tanımlandığı Yunan halk hekimliği için bu görüş çok önemli bir adım teşkil eder. Hipokrat’ın tıptaki po­zitif yönü din aleyhtarı olduğu anlamına gelmez. Nitekim ona göre tıp ilâhî bir sanattı; bu sanatı icra eden hekim hem tan­rıların yardımını görmekte hem de tabi­atın iyileştirici gücünden faydalanmak­taydı. Esasen Hipokrat tıbbının bağlandı­ğı kutsal Asklepion geleneği ona daima dinî bir hüviyet vermiştir. Sağlık tanrısı Asklepios adına Akdeniz havzası boyun­ca inşa edilen mâbedler aynı zamanda tıp öğretim ve uygulama merkezleri olmuş­tu. Kos adasındaki Asklepion’da yetişen Hipokrat’ın bütün aklî ve tecrübî eğilim­lerine rağmen şifanın ilâhî kaynağını vur­gulayan dini yaklaşımlarla bütünleşmesi kaçınılmazdı. Nitekim milâttan sonra ya­şayan aynı geleneğe mensup Câlînûs da­hi kendisini Asklepios’un hizmetkârı ola­rak tanımlamakta ve tıbbın tanrı vergisi olduğunu söylemektedir. Söz konusu di­nî çerçevenin Hipokrat tıbbına, çok yay­gın ve hatta prensipleri günümüze ka­dar geçerliliğini koruyan bir hekimlik ah­lâkı (tıbbî deontoloji) kazandırdığı da belir­tilmelidir. Bu ahlâkın en dikkat çekici il­keleri, müslümanlarca da “el-Ahd” veya “el-Eymân” adıyla bilinen[5] “Hipokrat yemini”nde ortaya konulmuştur. XV. yüzyıldan itibaren Fran­sa’da başlanan bir uygulama ile bugün bütün dünya tıp fakültelerinin diploma törenlerinde okunan bu yeminin başlıca prensipleri şunlardır: Hekimin hayatını insanlık hizmetine adaması, kendini ye­tiştirenlere karşı evlât bağlılığı duyması, bizzat istese bile hiçbir hastayı öldürme­mesi, ana karnındaki çocuğa kasten za­rar vermemesi, hastanın sırrını kimseye açıklamaması, hayatını ahlâk ve namus kuralları çerçevesinde geçirmesi.
Mısır, Knidos ve Kos (İstanköy) tıp okullarındaki tecrübî birikimi sistemleştiren, tümeva­rıma dayalı bir tıp anlayışı geliştiren ve bu ilmi hurafelerden ayıklamaya çalışan da yine Hipokrat’tır. Tıp teorisini temellendirdiği dört beden sıvısı (bk.AHLÂT-ı ERBAA) kavramını ortaya atmış ve kendi­siyle başlatılan tıp tarihini derin şekilde etkilemiştir. Hipokrat’ın hekimlik yanında tabiat ilimleri, gizli ilimler ve astrolo­jiyle de ilgilendiği kaydedilmektedir[6]. Fahreddin er-Râzî, astrolojik büyü üzeri­ne kaleme aldığı es-Sırrü’l-mektûm’da onu faydalandığı kaynakların en başında saymakta[7], hatta Mecrîtî’nin ünlü simya-sihir-büyü kitabı Gâyetü’l-hakîm’in[8] Kastilya Kralı Alfonso’nun emriyle 1252’de yapılan La­tince çevirisine de Picatrix adının Hipokrat’ın Arapça söylenişinden (Bukrâtîs) esin­lenerek konulduğu ileri sürülmektedir[9].
Eserleri: Günümüze Hipokrat adına nisbet edilen bir tıp külliyatı (Corpus Hippocraticum) ulaşmıştır. Hepsi de İyonya lehçesiyle yazılmış olan bu elli dokuz (ve­ya altmış) eserden çoğu otantik değildir. Bu külliyat birçok elden çıkma, değişik ta­rihlerde yazılmış çok farklı bakış açıları­na sahip eserlerden meydana gelmekte­dir ve hiçbirinin Hipokrat’a aidiyeti kesin­lik kazanmamıştır. Muhtemelen bunlar, Kos tıp okulu kütüphanelerinden milât­tan önce III. yüzyılda İskenderiye’ye taşın­mış ve burada Hipokrat’a nisbet edilmiş­tir; dolayısıyla Hipokrat’ın eserlerinden değil ancak Hipokratik eserlerden bah­setmek mümkündür[10]. Sar­ton da külliyatın büyük bir kısmının otan­tik olmadığını kabul etmekte, ancak ço­ğunun Hipokrat tıp teorisi denilebilecek anlayışın doğrudan veya dolaylı ürünü ol­duğunu vurgulamaktadır.
Hipokratik eserlerin pek çoğu, Câlînûs şerhleriyle birlikte Huneyn b. İshak ve okulunun öncülük ettiği tercüme faali­yetleri sırasında Arapça’ya kazandırılmış­tır. İbn Ebû Usaybia onun sahih kitapları­nın otuz civarında olduğunu belirterek tıp öğreniminde en gerekli gördüğü on iki­sinin adını sıralamakta, ayrıca bir de uy­durma kitaplar listesi vermektedir. Hi­pokratik eserlerin İslâm dünyasındaki yaygınlık derecelerine ışık tutan söz konu­su on iki eser şunlardır: Kitâbü’l-Ecinne, Tabî’atü’l-insân, Kitâbü’l-Ehviyye ve’l-miyâh ve’1-büldân, Kitâbü’l-Fuşûl, Takdimetü’l-ma’rife, el-Emrâzü’l-hâdde, Evcâ ‘u’n-nisâ’, Ebîzimyâ, Kitâbü’l-Ahlât, Kitâbü’l-Gızâ, Kâtîtriyûn, Kitâbü’l-Kesr ve’l-cebr.
Fuat Sezgin, Hipokrat’ın İslâm dünya­sında bilinen eserlerini, bunların Arapça tercümelerini, şerhlerini ve haklarında yapılmış modern araştırmaları ayrıntıla­rıyla kaydetmiştir[11]. Müslümanların şerh yazdığı Hipokratik eser­lerin başında Kitâbü’l-Fuşûl (Aforizmoi) ve Takdimetü’l-ma’rife (Prognostikon) gelmektedir. Bunlardan Ebü’l-Kâsım İbn Ebü’s-Sâdık, Abdüllatîf el-Bağdâdî, İbnü’n-Nefîs ve İbnü’l-Kuff’un Kitâbü’l-Fuşûl şerhleriyle Mühezzebüddin ed-Dahvâr ve yine İbnü’n-Nefîs’in Takdimetü’l-ma’rife şerhleri en tanınmış olanlar­dır[12].
Hipokrat’ın klinik gözlemci yanının İs­lâm dünyasındaki en önemli temsilcisi Ebû Bekir er-Râzî’dir, Onun el-Hâvî’si Hi­pokratik külliyata atıflarla doludur. Ayrı­ca Ya’kûb b. İshak el-Kindî’nin et Tıbbü’l-Bukrâtî’si ile Ebü’l-Hasan et-Taberî’nin el-Mu’âlecâtü’l-Bukrâtiyye’si bu külli­yattan derlenmiş müstakil çalışmalardır[13]. Eğer Câbir’in eserlerinin II. (VIII.) yüzyıl gibi erken bir döneme ait olduğu tezi doğru ise[14] onun Kitâbü’s-Sümûm adlı eserin­de Hipokrat hakkında yer alan bilgiler, bu külliyatın İslâm dünyasına sanıldığından önce girdiğini gösterir [15]. Hipokrat külliyatının Yunanca tenkitli metni ilk defa Fr. Asalanus tarafından hazırlanmış ve Fabius Calvus tarafından Latince’ye tercüme edilmiştir (Venedik 1526). Daha sonra tekrar tekrar Latince’­ye çevrilen külliyatın yegâne eksiksiz edis­yon kritiği, Fransızca tercümesiyle birlik­te Emile Littré tarafından Les oeuvres complètes d’Hippocrate adıyla on cilt halinde yapılmıştır[16]. Aynı yıllar­da eserlerin bir kısmı Francis Adams ta­rafından The Geniune Works of Hippokrates adı altında İngilizce olarak ya­yımlanmış (I-II, London 1839), daha son­ra da yirmi sekiz risâlenin yine İngilizce çevirisi Grekçe metinleriyle birlikte W. H. S. Jones ve E. T. Withington tarafından Hippocrates adı altında dört cilt halinde yayımlanmıştır[17].