V.G. Barskij V.G. Barskij (1701-1747) Kiev’den Rusya’lı bir keşişdir. Doğu Akdeniz ülkelerini 24 yıl gezdi. Yunanlıların sosyal hayatlarını, dinleri ve özel hayatlarıyla ilgili bilgiler topladı. Arşiv ve kütüphanelerden topladığı bilgileri ve kendi eliyle çizdiği detaylı çizimlerini de kitabına ekledi. Kitabı St. Petersburg’da 1885 ile 1887 tarihleri arasında N. Barsoukov’un editörlüğü ile basıldı. “V.G. Barskij’in 1723’ten 1747’ye Doğunun Kutsal Yerlerinde Gezisi…” St. Petersburg, 1885-1887. “Buradan Kos adı verilen başka bir adaya gittik. Bu ada fazla büyük değil ve dediklerine göre çevresi seksen mil kadar. Bir kasaba ile üç dört kadar köy bulunmakta. Yüksek ve kayalık dağların arasında yumuşak ve verimli toprağa sahip bir çok düzlük var ve buralarda buğday, mısır ve diğer hububatın yanı sıra meyveli ağaçlar da yetiştirilmekte. Adada bol miktarda akar sular, bağlar ve bir çok meyve bahçesi de var ve bu yerlerin güzelliği ve verimliliği diğer adalara da ün salmış. Kasaba sahile kurulmuş ve surlarla çevrilmiş olup etrafında batıya doğru bir çok Hıristiyan evi ve doğuya doğru sahil ve kuzeye doğru da küçük ancak güçlü ve top ve diğer silahlarla donatılmış ve hendeklerle çevrili bir kale bulunmaktadır. Şehrin etrafında birçok bağ, bahçe ve meyvelikler bulunmaktadır. Buralardan elde edilen meyveler çok ucuz fiyata satılır. Kalenin kuzeye doğru bir kapısı var. Surlarla çevrili şehrin üç kapısı bulunmakta; biri doğuya, biri batıya ve diğeri de kuzeye açılıyor ve kale kapısı ile birleşmiş. Burada kapının birinin önünde ve şehrin içinde farklı yiyecekler ve taze incir, elma, armut, üzüm vb. gibi farklı meyveleri bulabileceğimiz dükkanlar var. Pazarın ortasından Yununa Platanos (çınar ağacı) denilen büyük bir ağaç var… Bu çınar ağacı tüm Türk illerinde sadece gövdesinin kalınlığı ve yüksekliği ile değil özellikle de dallarının uzunluğuyla oldukça meşhur. Ağaç o kadar büyük ki, pazarın tamamını ve oraya gelen tüm insanları kaplıyor. Tüm gezim esnasından bu kadar büyük bir alana yayılmış bir ağaç görmedim. Çınar ağacı bu şehre ayrı bir güzellik katıyor ve özellikle yaprakları bol olan alt dalları, yaz aylarında kendilerini güneşin yakıcılığı ve sıcağından korumak isteyenler için bir koruma sağlıyor. İnsanlar bu ağacın dalları altında kahve ve sigara içiyor, meyve yiyorlar. Yapraklı dallar altında yerliler, yabancılar, zenginler ve fakirler herkes dinleniyor. Hıristiyan, Müslüman ve Yahudiler kendilerine böyle güzel bir ağacı veren tanrıya şükrediyorlar. Çınar ağacının çevresine ağır ve son derece büyük olan dallarını korumak için bir çok sütun yerleştirilmiş. Dalların aşırı ağırlığı nedeniyle ağaçla bütünleşmiş olan on beş taş sütunun yanı sıra yirmi altı tane de ağaç sütun bulunmakta. Yerli halkın dediğine göre bu çınar ağacı çok yaşlı. Dalları çok yoğun öbekler oluşturuyor ve bir çok durumda iki dal birleşmiş ve başı sonu belli olmayan yeni bir bitki oluşmuş. Sağ tarafında tahtadan yapılmış, üzeri de iki sütunla desteklenmiş korumalı bir pınar var. Su 12 çeşmeden akıyor ve yerli halk buradan su alırken, Müslümanlar da namaz öncesi camiye girmeden abdest alıyorlar. Şehir, düz ve geniş ovada deniz kıyısında özel bir yerde, doğusunda liman olacak biçimde inşa edilmiş. Doğu kıyısı Anadolu’ya çok yakın. Yunanca’da ada Kos olarak adlandırılırken tüm dinlerdeki insanlar adaya Stago diyor. Adada diğer adalardaki kadar güvenli bir liman yok, sadece bir sahil var ve bu nedenle güçlü rüzgarlar estiğinde artan dalgalar gemilere rahat vermiyor. Buna rağmen bir çok küçük ve büyük gemi buralardan geçtiği için liman oldukça ünlü. Şehirde Yunanca ve Türkçe konuşan Hıristiyan, Türkler ve Yahudiler yaşıyor. Bununla birlikte adada yaşayanların çoğu Yunanlı olduğu için Yunanca en çok konuşulan dil. Hıristiyanlarda güzel kumaşlardan yapılmış giysileri giyme alışkanlığı var ancak bu durum kilisede geçerli değil. Burada küçük ve fakir bir çok kilise var ve bunlarda herhangi bir dekorasyon yok. Bu durum sadece köyler için değil kent için de geçerli. Rahipler ve papazlar kilise okumalarında ve ilahilerde yeterli değiller ve misafirperverlikte de diğerlerinden farklı değiller. Erkeklerin giyimleri diğer adalardakilerden farklı değil. Erkekler önlük ve elbise giyerlerken daha zengin olanları kol ve boyunlarında gümüş yada altın takıyorlar. Kadınlar diğer yerlerde olduğu gibi gizlenmiyorlar ve kendilerini denizcilere ve yabancılara gösteriyorlar. İstanbul Patrikhanesine bağlı bir metropolitan olmasına rağmen adada bir manastır yok. Yerli halk arasından iki genç dışında eğitimli biri ile karşılaşmadık: Bunlardan biri bir rahip diğeri ise sıradan bir kişiydi. Diğer insanlar oldukça basit ve sürekli olarak ticaretle meşgul oldukları için genel kilise harflerini bile öğrenmek istemiyorlar…” | |